ONLİNE İŞLEMLER
İnsan vücudunda birçok organ ve dokuda kolonize olmuş mikroorganizmalar mevcuttur. Bu mikroorganizmaların sayısı, insan vücudundaki toplam hücre sayısından on kat fazladır. Vücudun deri, ağız, vajina, bağırsaklar gibi çeşitli bölgelerinde yerleşmiş bu mikroorganizmalar o bölgenin florası, yeni adıyla mikrobiyotası olarak isimlendirilmektedir. Bu mikroorganizmların çoğunu bakteriler oluşturmakla beraber, virüsler, mantarlar ve diğer bazı mikroorganizmalar insan mikrobiyotasında yer almaktadır. Mikrobiyota vücudumuzun iç ekosistemidir. İnsan mikrobiyotasının büyük kısmı başta gastrointestinal sistem (sindirim sistemi) olmak üzere, deri, genitoüriner sistem ve solunum sisteminde kolonize olmuştur. Gastrointestinal sistem (sindirim sistemi) yaklaşık 200 m2 yüzey alanı ve mikroorganizmalar için zengin besin öğeleri içermesi nedeniyle kolonizasyon için en uygun ortamdır. Bağırsaklarımız tek başına vücudumuzdaki mikroorganizmaların %70’inden fazlasını barındırmaktadır ve bakterilerin en kalabalık bulunduğu ortamdır.
ANNE KARINDA DA BAKTERİ BULUNUR
Klasik bilgi bağırsak mikrobiyotasının doğumdan hemen sonra şekillenmeye başladığı ve anne karnında bağırsak sisteminin steril olduğu yönündeyken, son çalışmalarda anne karnında da bakteri varlığı gösterilmiştir. Bu bakteri birikiminin de bebeğin ilk dışkısı olan mekonyumdan kolonizasyon sonucu oluştuğu düşünülmektedir. Bu kolonizasyon doğumdan önce bebeğin bağırsak mikrobiyotasının şekillenmesine katkıda bulunur. Bebeklerde doğum şekli de bağırsak mikrobiyotası oluşumunda çok önemlidir. Doğum sırasında doğum kanalından normal doğum olursa bebek vajinal kanaldaki birçok mikroorganizma ile karşılaşarak sindirim sistemi mikrobiyotası oluşur. Sezeryanla doğan bebeklerin bağırsak mikrobiyotası ise cilt florası ile benzerdir. Emzirmeyle yenidoğan bebek annesinden mikroorganizma almaya devam eder. Sezaryenle doğan ve anne sütüyle beslenmeyen bebeklerin mikrobiyotası normal doğumla doğan ve anne sütü alan bebeklerden farklıdır. Büyürken yediklerimizden, içtiklerimizden, çevremizden, temas ettiğimiz kişilerden pek çok mikroorganizma alırız. Alınan mikroorganizmalar kimi zaman dost, kimi zaman düşman, bazen de ikisinin bir karması olabilir. Sağlıklı bir insan vücudunda esasen dost mikroorganizmaların sayısı ağır basar. Dost/ düşman mikroorganizmaların oranı yaklaşık 80/ 20‘dir. Erişkin dönemde bağırsak mikrobiyotası son şeklini almıştır. Yaşlanmayla birlikte ise mikrobiyotadaki hem mikroorganizma sayısında hem de çeşitliliğinde belirgin azalmalar meydana geldiği gösterilmiştir.
BARİYER GÖREVİ GÖRÜYOR
Sindirim sistemi, beyin dışında en fazla sinir hücresi ve sinir ağı olan yerdir. Bu nedenle bağırsaklarımız için ikinci beyin ifadesi de kullanılmaktadır. Bağırsaktaki mikrobiyota 2 kilogram ağırlığında olup, bağırsak mikrobiyotasında en azından bin farklı türden bakteri bulunur. Mikrobiyota gıdaların sindirimi, bağışıklık sisteminin desteklenmesi, bazı vitaminlerin üretimi, bağırsak sağlığı, ideal vücut ağırlığının korunması, beyin faaliyetleri gibi çok farklı vücut fonksiyonlarının yerine getirilmesinde önemli roller üstlenmektedir. Mikrobiyotada yer alan mikroorganizmaların en önemli özelliği bağırsak duvarında bir bariyer vazifesi görmesidir. Son yıllarda hızla artan çalışmalar mikrobiyota ile ilgili sorunların astım, kanser, çölyak hastalığı, diyabet, kolit, egzema, ürtiker, kalp hastalığı, obezite ve kilo artışı, hassas bağırsak sendromu, gıda alerjisi, kronik yorgunluk, beyin hastalıkları (Alzheimer, otizm, multipl skleroz, parkinson, migren, depresyon, anksiyete, düşünce bulanıklığı), otoimmün hastalıklar (haşimato tiroiditi, romatoid artrit, lupus, psöriyazis) ve kandida çoğalması gibi hastalıklarda rol oynayabileceğini göstermektedir. Ayrıca bağırsak mikrobiyotası değişikliklikleri psikolojimizi de etkiler. Mutluluk hormonu olarak bilinen seratoninin %80’i bağırsak yüzeyinden salgılanmaktadır. Serotonin eksikliğinde huzursuzluk, stres, kaygı, sinirlilik, depresyon gibi belirti ve hastalıklar görülür. Bağırsak mikrobiyotasındaki değişiklikler stres, kaygı, depresyon gibi durumları tetikleyebilir. Bağırsak mikrobiyotası değişiklikleri pek çok hastalıkla ilişkilendirildiğinden mikrobiyatayı modifiye ederek hastalıkların tedavisi konusunda pek çok çalışma devam etmektedir. Bu konuda yapılan çalışmaları anlamak adına temel bazı kavramları bilmek gerekmektedir.
DIŞKIYLA TEDAVİ
Bağırsak mikrobiyotanın çok sayıda hastalıkla ilişkisinin gösterilmesi, mikrobiyota manüplasyonunun bu hastalıkların tedavisinde kullanılabileceğini düşündürmüştür. Fekal mikrobiyota transplantasyonu, sağlıklı vericiden alınan dışkının süspanse hale getirilerek tedavi amacıyla alıcının sindirim sistemine nakledilmesi işlemidir. Fekal transplantasyon ilk kez 1958’de Eiseman ve arkadaşları tarafından uygulanmıştır. Eiseman ve arkadaşlarının aldığı başarılı sonuçlar birçok klinik çalışmaya ilham kaynağı olmuştur. Günümüzde antibiyotiğe bağlı tekrarlayan psödomembranöz enterokolit, inflamatuar bağırsak hastalıkları (crohn, ülseratif kolit), irritabl bağırsak sendromu (hassas yada spastik bağırsak sendromu), kronik konstipasyon, alkole bağlı olmayan yağlı karaciğer hastalığında kullanımıyla ilgili çok sayıda olumlu netice bildiren çalışmalar mevcuttur. Yapılan çalışmalar neticesinde bağırsak mikrobiyotasının önemi daha iyi anlaşılmış, diyet ve beslenmenin mikrobiyotayı değiştirdiği, hatta genlerimizi etkilediği gerçeği ortaya çıkmıştır. Normal doğum, anne sütü ile beslenme ve gereksiz antibiyotik kullanmamak öbiyozis (sağlıklı bağırsak mikrobiyotası) gelişimi açısından önemlidir. Disbiyozis (sağlıksız bağırsak mikrobiyotası) tablosunun eşlik ettiği hastalıklar ve mikrobiyota modifikasyonu sonrası hastalarda görülebilen iyileşmeler umut vericidir. Bağırsak mikrobiyota modifikasyonu ve fekal transplantasyonun tedavi modalitesi olarak kullanılması gün geçtikçe kabul görmeye başlamaktadır. Probiyotikler sağlığımız için yararlıdır, ev yapımı yoğurt, kefir, turşu ve sirke gibi gıdalarla doğal yollarla almak mümkündür. Fekal transplantasyon ise daha komplike bir uygulamadır. Hem alıcı adayının hem de verici adayının dikkatli bir şekilde değerlendirilmesi gerekir. Fekal transplantasyon işlemi en sık antibiyotiğe bağlı tekrarlayan psödomembranöz enterokolitte (Cl. Difficile koliti) kabul görmektedir. Diğer tüm endikasyonlarda henüz FDA (Food and Drug Administrive) onaylı değildir, yeni deneysel ilaç (new investigational drug) kategorisinde yer almaktadır. Günümüzde fekal transplantasyon sadece seçilmiş vakalarda, bu konuda tecrübeli merkezlerde yapılabilmektedir. Her ne kadar şu anda rutin bir kullanımı olmasa da gelecekte bağırsak mikrobiyota testlerinin rutin kullanıma girmesi ve test sonucuna göre bağırsak mikrobiyota modifikasyonu yada fekal transplantasyon yapılması bazı hastalıklar için umut kaynağı olabilir. Bu konudaki araştırmalar artarak devam etmektedir.