ONLİNE İŞLEMLER
Kadınların çoğunda görülen polikistik over sendromu (PKOS) nedir?
PKOS; üreme dönemindeki kadınlarda en sık görülen bir endokrin-metabolik hastalıktır. 10 kadından birinde görülür. Adet düzensizliği ve erkek tipi hormon fazlalığıyla seyreden bir hastalıktır. Polikistik over sendromu, kadınlardaki en sık infertilite nedenidir. Başvuru şikayetleri arasında tüylenme artışı, adet düzensizliği ve infertilite sıklıkla bulunmakla birlikte, bazı hastalar tedaviye dirençli akne ve erkek tipi saç dökülmesi şikayeti ile de başvurabilmektedir. Bu hastalarda cilt daha yağlıdır. İnsülin düzeyindeki artış, boyun ve koltuk altı gibi bölgelerde koyu kahverenginde kadifemsi bir görünüme de neden olabilir. Bu duruma ‘akantozis nigrigans’ denir ve PKOS’lu hastalarda insülin direncine bağlı olarak sık görülür. Hastanın pelvik ultrasonografisinde her bir overde 2-9 mm çapında 12 veya daha fazla folikül olması ve/veya over hacminde artış (>10 ml) olmasına polikistik over denilir. Tek başına overlerin bu morfolojik özellikte olması tanı için yeterli değildir, normal kişilerde de bu over morfolojisi görülebilir. Tersine, PKOS tanısı konulan hastalarda bu görünüm olmayabilir. PKOS hastalarının bir kısmı düzenli adet görse de yumurtlama olmayacağı için hamile kalma problemleri yaşayabilmektedirler.
Tanı nasıl konulur?
Tanı konulurken; hastanın kullandığı ilaçlar sorgulanır, tüylenme derecesi için Ferriman-Gallwey skorlaması ve pelvik ultrasonografi yapılır. Hormonal değerlendirmede hiperandrojeneminin tespiti yanında tiroid fonksiyonları, kortizol, prolaktin düzeyleri, böbrek üstü bezinde enzim eksikliğini gösteren bazı testler, insülin direnci veya daha iyisi glukoz yüklemesi ile diyabet olup olmadığına bakılması da gerekir. Hormon testleri için sabah erken saatlerde açlıkta ve menstrüel dönemin 3 veya 5’nci günlerinde değerlendirme yapılmalıdır.
Belirtileri başka hastalıklarla karıştırılabilir mi?
PKOS hastalığındaki klinik ve laboratuvar durumlarına sebep olan başka hastalıklar da vardır. Cushing sendromu, konjenital adrenal hiperplazi, prolaktin fazlalığı ve tiroid hastalıkları bunlardan bazılarıdır. Hatta PKOS bir bakıma benzer tablonun görülebileceği tüm ihtimaller dışlandıktan sonra kalan durumdur denilebilir. Bu nedenle hastaya PKOS tanısı konulmadan önce bu hastalıklar mutlaka dışlanmalıdır. PKOS sadece hiperandrojenemi ve overlerin polikistik görünümlü morfolojisi olarak özetlenen bir durum değil, çok daha ciddi sağlık üzerine olumsuz etkileri olan bir hastalıktır.
Hastalığın ortaya çıkış nedeni nedir?
PKOS’un sebebi tam bilinmese de muhtemelen genetik ve çevresel faktörler rol oynamaktadır. Hastalık ailesel yatkınlık göstermektedir ve bazı genler suçlanmaktadır. Çevresel faktörler genetik zemin varlığında etkili olmaktadır. Obezite en önemli dış faktör olup PKOS’un en önemli belirleyicisi olan insülin direncine yol açar. Fazla kilo ve insülin direnci, insülin düzeyini artırır ki bu da androjen hormonu sentezinin artışına neden olur. Androjen düzeyindeki bu artış her ay yumurtalıklardan tüplere yumurtanın geçişini bozar ve bu duruma anovülasyon denir. Hastalıkta suçlanan faktörlerden biri de düşük düzeyli enflamasyon olup bunun kalp ve damar sisteminde uzun dönemde sorunlara yol açtığı düşünülmektedir.
Tedavi edilmezse ne gibi sorunlara neden olur?
Hastalık eğer uzun süre tedavisiz bırakılırsa rahim kanseri, karaciğerde yağlanma, obezite, metabolik sendrom, hipertansiyon, diyabet, uyku apnesi, depresyon, anksiyete ve kısır döngü halinde yeme bozukluğuna neden olabilmektedir. Tedavide ilk yapılması gereken; kilo verip bir daha da kilo almamak üzere sağlıklı bir yaşam tarzı değişikliği yapılmasıdır. Erken tanı konup tedavi etmek ve kilo kaybı sağlamak uzun dönemde ortaya çıkabilecek olan diyabet ve kalp hastalığı riskini azaltır.
PKOS’un infertiliteye sebep olduğu durumlarda nasıl bir yol izlenir?
İnfertilite nedeniyle başvuran hastalarda düşük kalorili diyet ve orta yoğunluklu egzersiz ile sağlanabilen kilo kaybı ve insülin duyarlılığını artıran metformin gibi ilaçlar genellikle hamile kalmaya yardımcı olmaktadır. Vücut ağırlığının %5’i gibi orta düzeyli bir kilo kaybı bile bu etkiyi sağlayabilmektedir. Bu grup ilaçlar insülin duyarlılığını artırır dolayısıyla insülin miktarını düşürerek androjen düzeylerinin azalmasına neden olurlar. Buna rağmen infertilitenin devam ettiği hastalarda ovülasyon indüksiyonu olarak adlandırılan yumurtlamayı sağlayıcı ilaçlar fertilizasyonu sağlayabilmektedirler.
Tedavisinde hangi ilaçlar kullanılır?
Eğer hasta hemen hamile kalmayı planlamıyorsa adet düzensizliği de varsa, ilk tercih edilecek ilaçlar oral kontraseptif ilaçlardır. Bu ilaçlar adet düzensizliği ve tüylenmeyi azaltırken aynı zamanda endometrium kanseri riskini de azaltmaktadırlar. Bilinmesi gereken bir ayrıntı ise tüylenmedeki azalma için en az 6 aylık bir tedavinin gerekli olduğu ve tedavi süresi uzadıkça bu etkinin daha belirginleşeceğidir. Ortalama bir kıl kökünün ömrünün 4 ay olduğu düşünülürse bu ilaçların yeni kıl köklerinin büyümesini azaltmasından dolayı göreceli olarak uzun bir süreye ihtiyaç olduğu aşikardır. Kontrolsüz hipertansiyon, yoğun sigara içimi, emboli öyküsü olanlarda doğum kontrol haplarının kullanılamayacağı da bilinmelidir. Tüylenme artışının tedavisinde kullanılabilecek diğer bir ilaç ise spironolaktondur. Bu ilaç androjen düzeyini düşürür ancak doğumsal defektlere neden olabileceği için gebelik sırasında kullanılmaz. Yüzdeki tüyler için lokal kullanılabilen kremler tercih edilebilir. Bu grup ilaçlar oral kontraseptiflerin ve spironolaktonun etkisi ortaya çıkana kadar tercih edilebilir. Tedavide kullanılan tüm ilaçlar tek tek veya birlikte kullanılabilir. Elektrolizis ise mekanik etki ile kıl foliküllerinin hasara uğratılmasıdır. İnce bir iğne ile kıl follikülüne girilir ve hasar oluşturulur ancak bu tedavinin etkili olması için birçok kez uygulanması gerekmektedir.
Tedavideki amaç nedir?
Tedavide amaçlanan sadece estetik bakımdan iyilik hali değildir, aynı zamanda adet düzenini normalleştirmek, ovülasyon ve fertiliteyi sağlamak, insülin direncini azaltıp diyabet riskini ve uzun vadede kalp hastalığı, rahim kanseri riskini azaltmaktır. Unutulmaması gereken ise PKOS’lu hastalarda hekim kontrolünde tedavinin düzenlenmesi ve düzenli aralıklarla takibin önemli oluşudur.