Sitede Ara

Çocukluk çağı şekerle geçmesin

Çocukluk ve ergenlik zamanında görülen Tip 1 diyabet, erken teşhis konularak tedavi edilmezse şeker komasına giden süreç hızlanabilir. Hastalığın tedavisinde ise sadece insülin kullanılır.


Diyabet veya şeker hastalığı; kan şekerini düşürmek için görevli hormon, insülinin salgılanması veya etkisindeki bozukluklar ya da hem salgılanma hem de etkideki bozuklukların ikisinin birarada olmasından kaynaklanan kan şekeri yüksekliği ile seyreden süreğen bir hastalıktır. Diyabet insanlık tarihi kadar eski bir hastalıktır. Diyabetes mellitus (DM) eski Mısır ve Yunan uygarlıklarında biliniyordu. ‘Diabainen’ içinden geçen ve ‘mellitus’ bal gibi tatlı anlamına gelmektedir. İnsülin; vücudumuzda pankreas bezinden salgılanan ve kandaki şekerin vücut hücreleri tarafından kullanılmasını sağlayan bir hormondur. Genel olarak bakıldığında Diyabetes mellitus; Tip 1, Tip 2 ve diğer (ilaçlar ya da kimyasal maddeler, enfeksiyonlar, genetik bozukluklar ve sendromlara bağlı olarak gelişen) tipler olmak üzere gruplara ayrılabilir. Ancak çocukluk ve ergenlik çağında görülen diyabetlerin %95’i Tip 1 diyabetes mellitus (Tip 1 DM) veya insüline bağımlı diyabetes mellitustur. İnsülin’in 1921 yılında keşfine kadar hastalar düşük kalorili diyetle ya da aç bırakılarak tedavi edilmeye çalışılır, bunun neticesinde çocuklarda ağır büyüme ve beslenme bozuklukları olur, diyabetli kadınlar çocuk sahibi olamaz, diyabetli hastalar gelişen organ bozukluklarına bağlı olarak genç yaşlarda kaybedilirlerdi. Tip 1’in diyabetin sıklığı; yaş, ırk, coğrafi bölge ve mevsimlere bağlı olarak değişkenlik gösterir. Tip 1 DM; genellikle 4-6 yaş ve 10-14 yaşları arasında daha çok ortaya çıkar, ancak süt çocuklarında bile görülebilir. Hastalık beyaz ırkta ve özellikle Kuzey Avrupa ülkelerinde (soğuk iklimlerde artma eğiliminin olması nedeniyle) daha sık görülür. Ekvatora yaklaştıkça sıklığı azalır. Diyabete sebep olan faktörler; genetik yatkınlık, çevresel faktörler ve otoimmünite (bağışıklık sisteminin bozuklukları) olmak üzere 3 ana grupta incelenir.

AİLEVİ DEĞİLDİR
Belirli doku gruplarına sahip insanlarda Tip 1 DM daha sık görülür ancak ailevi değildir. Babanın Tip 1 DM’lu olması durumunda çocuğunda Tip 1 DM görülme ihtimali %5, annenin Tip 1 DM olması halinde çocuğunda Tip 1 DM görülme sıklığı %2, kardeşinde Tip 1 DM olması durumunda diğer kardeşlerde ortaya çıkma olasılığı %5’tir. Coğrafi bölgeler arasında sıklık farkı 400 kata kadar değişebilir, doğal yaşamın hakim olduğu, az sanayileşmiş bölgelerede sıklık daha az iken, sanayileşmenin ve şehir yaşamının hakim olduğu özellikle soğuk bölgelerde (Finlandiya gibi) sıklığı artmaktadır. İlkbahar ve sonbaharda çocuklarda Tip DM sıklığı artmaktadır. Bu durum Tip 1 DM’un ortaya çıkışında viral enfeksiyonların etken olabileceği görüşünü akla getirmektedir. İleri gebelik yaşı, annenin gebelikte geçirdiği enfeksiyonlar, preeklampsi, sezeryan doğumlar, bebeğin doğum ağırlığının fazla olması, bebeğin anne sütü emmemesi, anne sütü yokluğu nedeniyle inek sütü ve glutenli gıdalara erken başlanması, D vitamini eksikliği, çocukluk çağında geçirilen (kızamıkçık, kabakulak, CMV, entovirüs gibi) enfeksiyonlar, çeşitli ilaçlar ve toksinler, psikolojik stres hastalığın ortaya çıkışına sebep olabilen çevresel faktörlerdir.

OKULDA BAŞARI DÜŞER
Hastalarda görülen şikâyetler çok su içme, çok idrara çıkma, çok yemek yemeye rağmen zayıflama ve halsizliktir. Bu bulgular sinsi bir şekilde ilerler ve farkına varılmaz ise hastalarda kusma ile gelişen su kaybı neticesinde bilinç değişiklikleri ve koma ile sonuçlanan ‘diyabetik ketasidoz’ denilen ‘şeker koması’ gelişir. Bu dönemde tahlil yapıldığında hasta çocukların kan şekerleri yüksektir, idrarda şeker ve keton varlığı gözlenir. Tuvalet eğitimi almış bir çocukta gündüz ya da geceleri altını ıslatma, huzursuzluk, okulda başarının düşmesi, kronik kilo kaybı, yeterli kilo alamama, ergenlik öncesi kızlarda genital bölgede tekrarlayan mantar enfeksiyonları diyabeti akla getirmelidir. Diyabet tanısı, bu bulgulara ilaveten sabah açlıkta bakılan kan şekerinin 126 mg/dl’yi veya yemekten 2 saat sonra (toklukta) bakılan kan şekerinin 200 mg/dl’yi geçmesi durumunda konulur. Son 3 aydaki şeker seviyesini gösteren hemoglobin A1c düzeyleri yükselmiştir (Normali <%6). Serum C-peptid düzeyleri düşüktür. Otoimmün olabileceği düşünülen diyabetlerde insülin, adacık hücresi ve beta hücresine karşı otoantikorların varlığının araştırılması tanıya yardımcıdır. Hastalık tespit/ teşhis edilmeden önce, Tip 1 diyabetli çocuk ve ergenlere; zatürre veya astım, akut batın, idrar yolu enfeksiyonu, psikolojik çok su içme, barsak enfeksiyonu gibi yanlış teşhisler konulabilir. Hastanın 10 yaşından büyük ve şişman olması, ailede çok sayıda Tip 2 diyabetli bireyin varlığı, kan tahlillerinde insülin ve C-peptid düzeylerinin yüksek olması, diyabetle ilişkili otoantikorların saptanamaması, obezite-insülin direnci ve Tip 2 diyabeti düşündürür.

İNSÜLİN DIŞINDA TEDAVİSİ YOK
Tip 1 DM’li çocuklarda insülin dışında, oral antidiyabetik denilen şeker düşürücü haplar, şifalı otlar veya sularla tedavi, bioenerji ya da akupunktur gibi yöntemlerin faydası yoktur. Bu tür tedavilerin denenmesi çocukların şeker komasına girmesine yol açmakta ve hastaya büyük zararlar vermektedir. Tip 1 DM’li çocuk ve ergenlere gerekli olan insülin şu anda günlük 3-4 kez yapılan enjeksiyonlar veya insülin pompaları yoluyla verilmektedir. Kan şekeri izlemi ise evde glukometre dediğimiz aletler ile parmak ucundan veya sürekli şeker takibi yapan sistemler ile yapılmaktadır. Diyabetin önlenmesine yönelik aşı çalışmaları, diyabetin kesin tedavisi için adacık hücre nakli, pankreas nakli veya yapay pankreas gibi çalışmalar ise bilim dünyası tarafından büyük bir çaba ve hızla yürütülmektedir.

SADECE İNSÜLİN!
Tip 1 DM’nin tedavisinde sadece insülin tedavisi kullanılır. Hasta ve ailesi Tip 1 DM ve komplikasyonları konusunda eğitilir. İnsülin tedavisi, çocuğun yaşına uygun diyet ve egzersiz ile desteklenir.
Bu tedaviden amaç;
  • Normal kan şekeri düzeylerini sağlamak,
  • Ciddi kan şekeri düşüklüğü veya yüksekliklerini önlemek,
  • Diyabetin uzun süreli zararlarının ortaya çıkışını engellemek,
  • Çocuğun normal büyüme ve gelişmesini sağlamak,
  • Yaşam kalitesini artırmaktır.